Arabesk müziğin icracıları, kuşkusuz ki teknik olarak çok başarılı müzisyenlerdir. Enstrümanlarını çalanlar okullarda yetişmiş, eğitim almış mekteplilerden değil; sokaklarda, düğünlerde çalarak yetişmiş, ihtiyaca cevap verebilmenin “kitabını yazmış” alaylılardan oluşmaktadır. Böyle olunca, teknik olarak çok etkileyici, kitlenin ruh halini yakalayıp ona uygun müzikler yapabilen; dahası, bu ruh halini direk şekillendirebilen bir tür olarak çok geniş kesimlerce dinlenmeye başlanmıştır. Bunun dışında, radyo ve televizyonlarda halka alabildiğince uzak, batıyı taklit eden bir tür olarak 'Türkçe Sözlü Hafif Müzik' çalınmaktadır. Bu tür, yabancı bestelere Türkçe sözler yazılmak suretiyle oluşmuş bir türdür. Fecri Ebcioğlu, Alpay, Ajda Pekkan’la başlayan bu tür, daha sonra kendi içerisinden Türk Pop Müziği’ni çıkaracaktır. Bu türün, şehirdeki dar bir elit çevrenin dışında hitap ettiği bir kitle yoktur. Bunun sonucu olarak pek bir dinleyici kitlesi bulamaz kendine.
Bir de toplumsal içerikli şarkılar yapıp söyleyen, sorunları devrimci bir bakış açısıyla ele alan müzisyenler, ozanlar vardır. Bu türün ayrıntılarına girmek, ancak başka bir yazının konusu olacaktır. Aynı dönemde türküler çalıp söyleyenler de yok değildir. Fakat, hiçbiri arabeskin gördüğü ilgiyi yakalayamamıştır.
Arabesk, kitlede biriken öfkeyi, tepkileri nötralize ederek; insanları kumara, içkiye, fuhuşa teşvik etmiş, yozlaşmış, umutsuzlaşmış bir hale getirerek, bireycileştirerek çok kötü bir işlev görmüştür elbette. Kabul edilebilir bir yanı yoktur. Her yanıyla zarar vermiştir ama gizlenemez bir gerçek vardır ki bir döneme damgasını vurmuştur. Özellikle, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Hakkı Bulut gibi sanatçılar ortaya çıkmış, bu isimler arabeskin ustaları olarak yıllarca en tepede olmuşlardır. Onların dışında hemen herkes gelip geçici olmuş, unutulup gitmiştir.